Monarşi
Monarşi, bir hükümdarın devlet başkanı olduğu, [1] hâkimiyetin kaynağı bir tek şahısta (Kral, padişah, han v.s.) olduğu kabul edilen bir yönetim biçimidir.[2] Saltanatın bir başka adıdır. Bu hükümdar, Türkçe'de kral, imparator, şah, padişah, prens, emir, kont, oymakbeyi gibi çeşitli adlar alabilir.
Bir monarşiyi diğer yönetim biçimlerinden ayıran en önemli özellik, devlet başkanının bu yetkiyi yaşamı boyunca elinde bulundurmasıdır. Cumhuriyetlerde ise devlet başkanı seçimle işbaşına gelir. Cezalandırma ve bağışlama yetkileri, sadece hükümdarın elindedir. Otoritenin bir kraldan veya bir imparatorun elinde olduğu yönetim türü.[1]
“Monarşi” sözcüğü, dilimize Fransızca "Monarchie" kelimesinden girmiştir. Monarchie kelimesi ise Yunanca “tek şef” anlamına gelen "Monos Archein" kelimelerinden türemiştir. O halde monarşi, etimolojik olarak, “tek kişinin yönetimi” anlamına gelmektedir.[3] Gerçekte ise bu terim, iktidarın aynı ailede soydan geçme yoluyla kalması biçiminde nitelendirilebilecek bir yönetim biçimini tanımlar.
Monarşi, yüzyıllar boyu, dünyada en yaygın yönetim biçimi olageldi. Bunlar çoğu zaman, geleneksel tanıma en yakın, tanrısal hakka dayanan monarşilerdi: prens, iktidarı tek başına elinde tutar ve Tanrı'dan başka kimseye hesap vermek zorunda değildir; çünkü otoritesini ondan almıştır. Aslında, bu tip yönetim hiç bir zaman tam anlamıyla uygulanamamıştır. Gerçekten, en müstebit hükümdarlar bile, uyruklarının bazılarını (zengin ve güçlü soylular, etkili din adamları gibi) kollamak zorundaydılar; üstelik ulaşım ve haberleşme araçlarının yavaşlığı da onları, uzak bölgelerdeki topraklarını başkaları eliyle yönetmeğe zorluyordu. Bununla birlikte otorite gene de kralın veya danışmanlarının elinde toplanmıştı ve halk, alınan kararlara karışamıyordu.[1]
Monarşi, istibdat demek değildir. 1877 yılına kadar Osmanlı Devletinde bir parlamento yoktu. Fakat kanunlar âdil bir şekilde tatbik ediliyordu. Bu tarihte mutlak monarşi sona ermiş, meşruti monarşi devri başlamıştır. Asırlardır İngiltere de, meşruti monarşi devlet şekline sâhiptir. Monarşi, bir devlet şekli olduğu için, hükümet şeklinden ayrıdır. Yâni monarşik bir devlette, hükümetin kurulması ve vazife görmesi hukuk ve adâlete uygun olabilir. Eğer meşruti monarşi ise, hükümetin teşkili ve faaliyeti, parlamenter demokrasi esaslarına uygun olarak tanzim edilebilir ve yürütülebilir.[2]
Bazen monarşi irsi değil de, hayat boyu monarşi biçimini alabilir. Monark yetkilerini babadan geçme yolla değil, fakat seçimle elde etmiştir ve askeri, dini yetkilere sahiptir.
Diğer bazı monarşilerde ise, monarkın gücü bir tiranın gücüne eşit ve onunkinden eksiksizdir ama, yasaya dayanır ve babadan geçer. İktidar bir efendinin köleleri üzerindeki egemenliğine benzer ama, tirandan farklıdır. Monark, yasa uyarınca yönetir, yurttaşlarını korur, tiran ise yasa tanımaz ve kendisinin yurttaşlarına karşı korunması söz konusudur.
"Aisumneteia" adı verilen bir tür monarşilerde ise, bir kargaşa, bir tehlike döneminde halk, güçlükleri yenebilecek, toplumu düzlüğe çıkartabilecek yeteneklere sahip olduğuna inandığı bir kimseyi iş başına getirir ve ona ya kaydıhayat şartıyla ya da belli bir süre için ya da belli bir işi sonuçlandırması için geniş yetkiler verir.
Monarşi, liyakat ilkesi üzerine kurulmuştur ya kişisel erdem ya iyi soylu doğum ya üstün hizmet ya da iş yapma yeteneğine dayanır. Monark bu koruyucu olmayı amaçlar, haksız saldırılara karşı mülkiyet sahiplerinin, baskılara karşı da halkın koruyucusudur.[4]
Monarşide şahsî bir bütünleşme faktörü vardır. Gerçek kişi olarak kral, meşruluk unsurudur. Ancak bu meşruluk Weber'in anladığı anlamda karizmatik bir yöneticinin meşruluğu değildir. Zira, bir hükümdar alkışlandığında, bu alkışlar “belirli bir kişi” için değildir; onlar daha ziyade, siyasal olarak birleşmiş bir halkın özbilincinin eylemidir. Monarşik bir devlet başkanının anlamı, millî marş veya bayrakta olduğu gibi, halkın siyasal birliğinin canlanması ve temsilidir. Carl Schmitt'in belirttiği gibi, sadece kral veya kraliçeler duygusal bir bağlanma konusu olabilirler. Kral bir sembol, adeta bir nevi bayraktır.
Öğrencilere “monarşi nedir” diye sorulduğunda ise, genellikle, “monarşinin bir kişinin yönetimi olduğu”, “monarşide iktidarın halka değil, krala ait olduğu”, hatta “krallığın anti-demokratik ve kötü bir rejim olduğu” yolunda cevaplar alınmaktadır. Bu cevaplar, öğrencilerin ilkokul birden beri edindikleri kültürü göstermektedir.
Bu cevapları veren öğrenciler monarşiyi demokrasinin karşıt kavramı olarak tanımlamaktadırlar. Aslında ülkemizde, pek de farkında olmasak da, her nedense, monarşi ile demokrasinin karşıt kavramlar olduğu yolunda yerleşik bir anlayış var. Monarşinin anti-demokratik bir rejim olduğu, demokrasiyle uzlaşamayacağı yolunda bilinç-altımıza yerleşmiş bir kanı var. Oysa bu kanı bütünüyle yanlıştır. Arend Lijphart'ın demokratik olarak kabul ettiği 21 ülkeden 10'u cumhuriyet, 11'i ise monarşidir. Avustralya, Belçika, Birleşik Krallık, Danimarka, Hollanda, Japonya, Kanada, Lüksemburg, Norveç, İsveç, Yeni Zelanda gibi demokratikliklerinden hiçbir şekilde şüphelenilmeyen ve üstelik uzun zamandan beri demokratik rejimleri kesintiye uğramamış olan bu devletler bir cumhuriyet değil, monarşidir.
Görüldüğü gibi cumhuriyet ile demokrasi arasında bir bağıntı yoktur. Bir cumhuriyet demokratik olabileceği gibi, anti-demokratik de olabilir. Keza monarşi ile demokrasi arasında da bir bağıntı yoktur. Bir monarşi demokratik olabileceği gibi, anti-demokratik de olabilir.[5][6]
Monarşinin Özellikleri
- Yönetim, aynı hanedan içinden çıkan kişilerce yapılır.
- Yönetim, babadan oğla geçer.
- Karar verme yetkisi tek kişide toplanır.[1]
Monarşi Çeşitleri
Bu şahsın, yani devlet başkanının yanında bir meclis (parlamento) olursa; "meşruti monarşi"; olmazsa; "mutlak monarşi" ismini alır. Ayrıca devlet başkanının iş başına gelmesi şekline göre, irsi veya seçimli monarşi adlı çeşitleri de vardır.[2]
Monarşinn bir türü de, ya devletin kurucusu olan kişiyi ya da savaşta kazandığı başarı ve yiğitlik nedeniyle toplumun minnet duygusunun ifadesi olarak bir kişiyi başa geçirmesi biçiminde ortaya çıkar. Bu kimse başkomutandır, dini liderdir, yüce hakimdir, iç ve dış siyasette tek yetkili kişidir. Daha sonra aynı yetkiler babadan oğula geçerek sürdürülür.[4]
A. Meşrutî Monarşi (Parlementer Monarşi, Constıtutıonal Monarchy)
Tanım 1: İktidar ve yetkileri anayasa tarafından belirlenip sınırlanan bir hükümdarın başkanlığında çalışan parlamento yönetimi.
Tanım 2: Hükümdarlann iktidarlarını belirli derecede temsil özelliğine sahip organlarla paylaştıkları yönetim tarzı.[7]
Birçok ülkede toplumsal ve siyasal gelişim, özellikle XVIII. yy. sonlarında, «meşrutî» adı verilen yeni bir tür monarşinin doğmasına yol açtı: o zaman hükümdarın yetkileri, yazılı bir Anayasa ile tanımlanmış ve sınırlanmış oluyordu. Bu monarşi, genellikle «parlamenter»dir ve demokrasiye pek yakın olabilir: kral, devletin simgesi olarak kalır, ancak yürütme yetkisini bir hükümete bırakır; hükümet de halk tarafından seçilmiş bir millet meclisinin kararlarına uymağa zorunludur. Sözgelimi Hollanda, Danimarka, İngiltere, İsveç ve Belçika'da durum böyledir.[1]
Birçok ülkede toplumsal ve siyasal gelişim, özellikle 18. yy. sonlarında, «meşrutî» adı verilen yeni bir tür monarşinin doğmasına yol açtı. Bu monarşi tipinde hükümdarın yetkileri, yazılı bir Anayasa ile tanımlanmış ve sınırlanmıştır. Bu monarşi genellikle «parlamenter»dir ve demokrasiye pek yakın olabilir: Kral devletin simgesi olarak kalır, ancak yürütme yetkisini bir hükümete bırakır; hükümet de halk tarafından seçilmiş bir millet meclisinin kararlarına uymaya zorunludur. Hollanda,Danimarka, İngiltere, İsveç ve Belçika'da durum böyledir Avrupa'da mutlakiyetçi kraliyet rejiminden parlamenterizme geçiş, İngiltere'de başlamıştır. Kıran kırana geçen siyasi mücadelenin sonucunda İngiliz soylular, Kral Yurtsuz John'a 1215 yılında Magna Carta (Magna Karta) adı verilen bir fermanı kabul ettirerek, parlamento yönetimini kurdular. Buna göre:
- Kral halkın onayını almadan vergi toplayamayacaktı.
- Kanuni dayanağı olmadan kimse tutuklanamayacak, hapis ve sürgün edilemeyecekti.
- Ülkeye giriş ve çıkış serbest olacak, tam ticaret serbestliği tanınacaktı.
Parlamenter sistem bazen işletilerek, bazen askıya alınarak, 17. yüzyıla gelinmiş olundu. Bu yüzyıl Mutlakiyetçilerle, Özgürlükçü hareketlerin mücadelesine sahne olmuştur.
Kral I. Charles'ın parlamentoya danışmadan İspanya ve Fransa'ya savaş ilan etmesi ve bu savaşların maliyetini karşılayabilmek için vergileri arttırması üzerine, İngiliz Parlamentosu 1628 yılında Haklar Bildirisi (Petition of Rights) adı verilen belgeyi yayınladı. Bu bildiride, kralın yetkileri sınırlanarak hukuksal süreçten geçmeden kralın kimseyi suçlayamayacağı, cezalandıramayacağı ve orduyu halka karşı kullanamayacağı belirtiliyordu. Kral buna tepki göstererek parlamentoyu dağıttı. Ancak, vergi izni alabilmek için 1640 yılında parlamentoyu tekrar toplanmaya çağırmak zorunda kaldı.
Aradan geçen kırk yıllık süreç sonunda, 1689 yılında İngiliz Parlamentosu'nun Haklar Kanunu (Bill of Rights) yayınlamasıyla, egemenlik parlamentonun denetimine geçmiştir. Bu bildiriye göre;
- Parlamento seçimleri serbestçe yapılabilecektir.
- Parlamento üyeleri tam bir ifade özgürlüğüne sahip olacaktır.
- Parlamentonun kabul ettiği kanunlar kral dahil herkesi bağlayacaktır.
- Parlamentonun izni alınmadan asker ve vergi toplanamayacaktır.
Bu kanun ile parlamenter demokrasi ve hukukun üstünlüğü gibi ilkeler Avrupa'da ve tüm dünyada ilk önce İngiltere'de uygulanmıştır Temsili demokrasiler içerisinde Parlamenter rejimin temel özelliklerini şu şekilde özetlemek mümkündür:
- Parlamenter rejimde yasama ve yürütme organları hukuken birbirinden bağımsızdır, ancak aralarında bir takım işbirliği ve etkileşim mekanizmaları vardır.
- Bu rejimde yürütme iki-başlıdır. Devlet başkanı, yürütmenin sorumsuz başını oluşturur. Yürütmenin sorumlu organının başında ise başbakan bulunur. Başbakanın parlamenter olması şartı bulunmaktadır; buna karşın bakanların parlamenter olması şartı aranmamaktadır.
- Devlet başkanının siyasal açıdan sorumluluğu bulunmamaktadır.
- Bakanlar kurulunun parlamentoya karşı sorumluluğu bulunmaktadır
- Devlet başkanı hükümet etmez.
- Devlet başkanının uzlaştırıcı ve uyarıcı bir rolü bulunmaktadır.
- Yürütmenin diğer başını oluşturan Bakanlar Kurulu, yasama organına karşı sorumludur.
- Parlamenter sistemlerde çoğunluk ilkesi genel olarak esastır. Mecliste çoğunluğu sağlayan parti hükümet eder ve bu partinin başkanı başbakan olur.
- Hükümet yasama organına karşı sorumludur.
- Parlamenter sistem tek meclisli ya da iki meclisli olabilir.
- Parlamenter sistemde yasama ve yürütme arasındaki ilişki, işbirliği ve karşılıklı etkileme mekanizmasına dayanır.
- Yasama, yürütmeyi çeşitli yollarla denetler ve gözetim altında bulundurur. Meclise güvensizlik oyu vererek hükümeti düşürebilir. Meclis güvensizlik oyu vererek hükümeti düşürebilir. Buna karşılık, yürütme de meclisi feshetme olanağına sahip bulunmaktadır. Fesih yetkisi, parlamenter sistemde, istikrarın sağlanmasında önemli yeri olan bir kurumdur.
Yukarıda özetlediğimiz özelliklere sahip parlamenter rejim halen çeşitli ülkelerde uygulama olanağı bulmaktadır. Parlamenter rejimin doğduğu ve halen uygulandığı tipik örnek İngiltere'dir. İngiltere'deki parlamenter rejime “Westminster Modeli” adı da verilmektedir.
İngiltere'de uygulanan bu modelde yasama erki halkın temsilcilerinin oluşturduğu yasama organında vücut bulur. Bu erk başka hiçbir kurum tarafından paylaşılamaz. Üstelik, serbest ve hakça seçimlerle temsilcilikleri tescil olunmuş bulunan milletvekilleri halk adına siyasal karar alma yetkisine meşru olarak sahip olan tek heyettir. Çünkü, egemen olan iradeyi temsil yetkisi meşru olarak tescil edilmiş olanlar onlardır. Halk (seçmenler) bu gücü onlara seçildikleri yasal süre boyunca kullanmak üzere devir ve teslim ettiğini seçim işlemiyle tescil etmiş bulunmaktadır. Dolayısıyla, halkın (seçmenin) temsilcisi konumunda bulunan parlamento (uygulamada alt-meclis konumundaki Avam Kamarası üyeleri) her türlü konuda meţru otoriteye dayalı karar alma yetkisine sahiptirler. Onlar, ancak seçim döneminde halka siyasal kararları dolayısıyla hesap verirler. Halk (seçmen) bunları onaylamıyorsa, onlara oy vermemek suretiyle tercihini belirtir. Bu kararların kaldırılması veya yerine yeni kararların alınması bir dönem sonra seçilecek olan temsilcilerin görevidir. Bu uygulamada halkın siyasal sistemin yönetimine doğrudan doğruya bir etkisi yoktur; halk kararları ancak dolaylı olarak etkiler.
İngiltere'deki parlamenter rejim uygulamasında dikkati çeken başlıca özellikleri de sıralamakta yarar bulunmaktadır:
- Yasama organı iki meclisli olup alt meclis siyasal egemenliğin kullanıcısı durumundadır.
- Parti hükümeti esastır; ve yürütme gücünü kullanan başbakan ve bakanlar kurulu, aynı zamanda yasamayla kaynaşmıştır ve onu etkisi altında tutar.
- Bu rejim iki partili bir parti sistemine dayalı olarak çalışır.
- Sağ-sol ayırımı sosyal sınıf esasına dayalı tek bir boyuttan ibaret bir yalınlık içerir.
- Seçim sistemi dar bölge ve çoğunluk esasına göre düzenlenmiştir.
- Merkezi ve üniter bir yönetim sistemi egemendir. Yazılı olmayan, hatta bazı düşünürlere göre mevcut olmayan, bir anayasaya göre, tamamen yasama egemenliğine ve münhasıran temsili olan bir demokrasi anlayışına göre yönetim Westminster sisteminin esaslarını içerir.
Teknik anlamıyla düşünecek olursak Westminster modeli bir demokrasinin birbirleriyle ilişkili bazı temel unsurlara sahip olduğunu söyleyebiliriz.
Söz konusu modelin ilk önemli unsuru yürütmenin gücünün bir noktada toplanmasıdır. Bu modelde hükümetin en güçlü organı kabinedir. Ve kabine genellikle mecliste çoğunluğu elinde tutan partinin üyelerinden oluşur. Kabine çok ezici olmayan bir çoğunluğa dayalı, onun çıkarlarını gözeten ve onun temsilciliğini yapan bir kimlik taşır. Azınlık ise iktidarın dışında kalarak muhalefet rolünü oynar.
İlk unsurla yakından ilişkili olan ikinci unsur iktidarın birleşmesi ve kabinenin üstünlüğüdür. Kabinenin üstünlüğü çoğunluk ilkesinin mantıksal bir uzantısı olarak görülebilir. Sistem her ne kadar parlamenter bir sistem olarak bilinse de kabineyi oluşturan parti parlamentonun da çoğunluğunu teşkil ettiğinden yasama ve yürütme bir anlamda birleşmiş olmaktadır. Duverger'in de belirttiği gibi gerçekte İngiliz rejimi bir güçler dengesi sisteminin bütünüyle tersidir. Parlamentoda salt çoğunluğu elinde tutan parti, dolayısıyla da hükümet başkanı sınırsız yetkileri elinde bulundurur. Üçüncü unsur politik parti sistemiyle ilgilidir. Her ne kadar çok partili politik sistemler demokratik bir rejim açısından hayati öneme sahip olsalar da pratikte yani demokratik sistemin işleyişinde politik partilerin sahip oldukları önem derecesine göre parti sistemleri de değişebilmektedir. Westminster Demokrasi Modelinde iki partili bir sistem hakimdir. Bu sistemde birçok parti seçime katılabilme ve hatta parlamentoya girebilme imkânına sahip olsalar da politik yaşam iki parti ekseninde işler.
Westminster modeli, demokraside parti sisteminin bir başka özelliği ise tek boyutlu olmasıdır. Politik partileri birbirinden ayıran şey sağ ve sol yelpaze uyarınca sosyo-ekonomik politikaların ne olacağı hususudur. Örneğin İngiltere'de işçi partisi ortanın solundaki tercihleri muhafazakar parti ise ortanın sağındaki tercihleri simgeler. Politik partilerin sosyo-ekonomik politikalarına göre farklılaşmasının temelinde etnik, dinsel ve benzeri konulardaki görüş ayrılıklarının politik bir öneme haiz olmayacak bir mahiyete sahip olmaları yatmaktadır.
Dördüncü unsur seçim sistemiyle ilgilidir. Westminster modeli bir demokrasinin tipik seçim sistemi çoğunlukçu sistemdir. Bu sistem uyarınca çoğunluk oylarını alan ya da eğer bir çoğunluk yoksa en çok oyu alan adayın seçimi kazanması söz konusudur. Çoğunlukçu seçim sistemi bir anlamda Anglo-Sakson dünyanın demokrasi anlayışının bir göstergesi olarak da değerlendirilebilir. Kıta Avrupası'nın akılcı demokrasi anlayışının tersine daha önce de belirtildiği gibi deneyci demokrasi anlayışında önemli olan sistemin istikrarlıişleyişidir. Bu anlamıyla katıksız temsil demokrasinin bir ölçütü olarak telakki edilmez. Oysa akılcı demokrasi kavramlaştırmasında hali hazırdaki demokrasi işleyişine göre değil de mantıksal tutarlılığına göre yani ideal demokrasi tanımına uygunluğuna göre değerlendirildiği için çoğunlukçu seçim sistemi demokratik sistemin meşruiyetini zayıflatan bir teknik olarak görülür.
Westminster modeli demokrasinin beşinci unsuru merkeziyetçi bir yönetim yapısına sahip olmasıdır. Örneğin İngiltere'de yerel yönetimler önemli bir takım işlevleri yerine getirmelerine karşın büyük ölçüde merkezi hükümete bağımlıdırlar.yerel yönetimlerin mali bakımdan özerk olmamaları ve yetkilerinin federal sistemde olduğu gibi anayasa tarafından garanti altına alınmamış olmaması bu bağımlılığın önemli göstergeleri olarak değerlendirilebilir.
Westminster modeli demokrasinin önemli unsurlarından birisi de meclis egemenliği ilkesidir. Yine İngiltere örneğine bakılacak olursa parlamentonun gücü açık bir şekilde görülebilir. İngiltere'de parlamentoyu denetleyecek bir organ yoktur. Hukuki açıdan yasama gücüne konulmuş hiçbir sınır yoktur. Parlamento anayasal nitelikli kuralları da aynı adi yasalar gibi koyar veya kaldırır. Parlamentonun dikkate aldığı tek etken kamuoyudur. Öte yandan İngiltere'de parlamentonun gücünü sınırlandırma işlevini görebilecek yazılı bir anayasanın olmaması kamuoyunun önemini daha da arttırmıştır. Bu bağlamda Westminster modeli demokrasinin temelinde özgür bir kamuoyu ve bu kamuoyuna duyarlı olmayı içerisinde barındıran bir politik kültürün olduğu söylenebilir. Bu politik kültür nedeniyledir ki İngiltere'de muhalefetin iktidarın baskı ya da zorbalığından korkmasına gerek yoktur. Herhangi bir hukuki ve kurumsal güvence olmamasına karşın ıngiliz halkındaki özgürlük duygusu en büyük güvencedir. Duverger, hoşgörü ve liberalizm geleneklerinden eteri kadar payını almamış diğer ulusların Britanya kurumlarını tehlikesizce benimseyemeyeceklerini ve bu ulusların aslında Britanya kurumlarında bulunmayan ama bu kurumlardan türemiş bazı benzer rejimlerde görülen frenleri ve güçler dengesini de birlikte kabul etmeleri gerektiğini ifade ederek liberal politik kültürün çoğunlukçu demokrasi modeli açısından önemini vurgular.
Son olarak Westminster modelinin “münhasıran temsili demokrasi” düşüncesini esas aldığını söyleyebiliriz. Bu düşünce aslında parlamentonun egemenliği ilkesinin bir sonucu olarak da görülebilir. Parlamenter egemenlik demek referandum gibi doğrudan demokrasi unsurlarına yer olmaması demektir. Referandum gibi doğrudan demokrasi uygulamalarının halk egemenliği ilkesine dayandığı düşünüldüğünde, Westminster modelinde demokrasinin “halkın iktidarı” şeklinde etimolojik anlamıyla telakki edilmediği görülür. Sartori'nin de belirttiği gibi tek tek bireylerin üzerinde onları kuşatan organik bir toplum kavrayışı Anglo-Sakson dünyaya yabancıdır. Fransızca “peuple”, İtalyanca “populo”, Almanca “Volk” gibi muadilleriyle karşılaştırıldığında “people” çoğuldur.
Lijphart'ın da belirttiği gibi yukarıda ifade edilen Westminster modeli demokrasinin karakteristikleri, modelin ideal tipi için söz konusudur. Uygulamada bu karakteristiklerden önemli sapmalar olduğu görülür. Örneğin, İngiltere'de koalisyon hükümetleri üçüncü bir partinin parlamentoda etkin olabilmesi, sosyo-ekonomik faktörlerin dışında etnik ve benzeri faktörlerin de politik yaşamda rol oynaması, zaman zaman nispi temsil esasına dayalı seçim sisteminin uygulanması, Avrupa Birliği gibi uluslar arası kuruluşların mevzuatının parlamento kararlarının üzerinde yer alması ve Avrupa Topluluğuna üyelik için yapılmış olan referandum bu sapmaların örnekleri olarak gösterilebilir.[3]
B. Mutlak Monarşi
Devleti tek bir kişinin hiçbir sınırlamaya bağımlı olmayarak yönettiği [rejim] türüdür. Osmanlı İmparatorluğu mutlak monarşi ile yönetilmiştir.Merkezi krallık anlamına da gelmektedir.Avrupada beyliklerin yıkılmasıyla ortaya çıkmış ve güçlenmiştir.Mutlak Monarşinin kurucusu Babil Kralı Hammurabi'dir.[8]
Mutlak Monarşide, tüm iktidar tek kişidedir, kişi toplumda her şeyin, herkesin efendisidir, ailedeki babanın otoritesini andıran bir otoriteye sahiptir.[4]
Montesquieu ve Monarşi
Monarşi tek kişinin yasalara uygun yönetimidir. Monarşide tüm siyasal iktidarın kaynağı kraldır ve kral ile halk arasında ara güçler yani soylular yer alır. "Kral olmadan soyluluk olmaz, soyluluk olmazsa kral olmaz" ilkesi temeldir, soylular olmazsa tek kişinin yönetimi monarşi olmaz, zorba yönetim olur. Bir monarşide senyörlerin, kilisenin, soyluların ve şehirlerin ayrıcalıkları kaldırılırsa monarşi yerine zorba yönetim ya da demokratik yönetim kurulur. Monarşide toplumun temel yasalarının iyi seçilmiş bir organın bekçiliğinde olması gerekir.
Monarşiyi ayakta tutan ilke siyasal erdem değildir, siyasal erdem yerini yasalara bırakmıştır. İkbal hırsı, çalışmadan zengin olma tutkusu, yalan, ihanet, dalkavukluk, kalleşlik, döneklik, halka karşı olan yükümlülükleri küçümseme, kralın erdemli olmasını istememe, erdemli kişilerle alay etme kralın çevresindekilerin çoğunun ortak özelliğidir. Her ne kadar erdem monarşinin ilkesi değilse de monarşi yönetimi de erdemden tümüyle soyutlanamaz.
Monarşiyi ayakta tutacak olan ilke hangisidir? Bu ilke şereftir. Şeref tutkusu da tıpkı siyasal erdem gibi insanlara en güzel eylemleri ilham eder, yasalarla birlikte devleti hedefine götürür. Ayrıcalıklara, soyluluğa, üstünlük duygusuna ve sınıflara dayanan monarşik yönetimde, şeref kazanma isteği, ayrıcalıklara ve üstün tutulma isteklerine cevap verecektir. Cumhuriyet yönetiminde hırs zararlıdır ama monarşide yararlıdır, hırs bu yönetime canlılık verir. Herkes özel çıkarına hizmet ederken ortak çıkara yönelir, herkes kendi durumunu korumak ve ayrıcalığını geliştirmek için mücadele ederken, ayrıcalıklara dayanan monarşiye hizmet etmiş olur. Şan ve şeref tutkusu monarşinin temel ilkesi olunca, yasalar da buna uygun olmalıdır.
Yasalar irsi soyluluğu yaşatmalı, gerek aileler, gerek bu soylu ailelerin toprak üzerindeki hakları ayrıcalıklı haklar olarak korunmalıdır. Nasıl ki kralın saygınlığı ile krallığın saygınlığı ayrılmazsa, aynı biçimde bir soylu kişinin saygınlığı ile onun fiefinin saygınlığı birbirinden ayrılamaz. Monarşide soyluların ayrıcalıkları onlara özgü kalacak ve hiçbir şekilde halka geçmeyecektir.
Yasalar ticarete mümkün olan tüm olanakları sağlamalıdır. Böylece, halk zarar görmeden kral ve çevresinin ihtiyaçları sağlanmış olur.
Yasalar vergileri çok ağır olmayacak biçimde düzenlemelidir.
Monarşide zenginliklerin paylaşılmasında eşitlik yoktur, lüks vardır ve zenginler çok harcarlar, ancak bu harcama da servetler arasındaki eşitsizlik oranına uygun olmalıdır. Çünkü, bunların zenginliği diğer bir kısım insanlardan alınan değerlerle sağlanmıştır, harcamalarla denge kurulur. Lüks çiftçiden, tüccara, soylulara, büyük senyörlere, prenslere giderek artmalıdır, monarşide lüks gerekli bir unsurdur.
Monarşi, ayrıcalıklı kişi, organ ya da şehirlerin bu ayrıcalıkları kaldırılınca bozulur, yıkılır.
Monarşi ile yönetilen ülke ne çok geniş ve büyük ne de çok küçük olacaktır.[4]
Jean - Jacques Rousseau ve Monarşi
Monarşide egemen güç yasaları yapar ve tek kişi yasalara göre hükümet eder. Ancak bu yönetimde yönetici halkın mutluluğunu gözetmez ve yönetim gücü devletin zararına işler.
Krallar mutlak yönetici olmak isterler ama bunun tek yolunun da kendilerini halka sevdirmek olduğunu anlamak istemezler. Halkın sevgisinden kaynaklanan güç, şüphesiz en büyük olandır, ama şarta bağlıdır, onun için krallar bununla yetinmezler. Krallar kişisel çıkarlarını halkın yoksul ve güçsüz kalmasında görürler, halk güçsüz ve yoksul kalsın ki, kendisine karşı duramasın...
Büyük devletlerde uygulanabilecek olan monarşide, önemli görevlere yeteneksiz, bilgisiz, entrikacı, düzenbaz, aşağılık insanlar getirilir. Monarşilerin bir sorunu da hükümetin el değiştirmesidir. Kral ölünce, yeni bir kral seçmek gerektiğinde, kralın ölümü ile seçim arasında tehlikeli bir zaman boşluğu kalır. Bu arada türlü entrikalar, baştan çıkarmalar tezgahlanır, devleti satın alan kimse sırası gelince devleti bir başkasına satacaktır ve bu arada güçlülerin kendinden kopardığı paraları yoksullardan çıkartacaktır. Böyle bir yönetimde er ya da geç tüm görevler para ile alınıp satılır olacaktır...
Tüm bu kötülükleri önlemek için ne yapılabilir? Bazı krallıklarda taht babadan oğla geçer biçime sokulmuştur ve kralın ölümü ile doğabilecek kavgalar önlenmek istenmiştir. Tahta çıkış sıraya konmuş yani seçimin yarattığı sakıncaların yerine naipliğin kötülükleri getirilmiştir. İyi bir kralın seçimi yerine ahmakların, hilkat garibelerinin, küçük çocukların tahta geçmesine göz yumulmuştur. Kaldı ki, monarşi tutarsız bir yönetimdir. İşler kralın ve çevresindekilerin keyfine, karakterine göre şu ya da bu yönde iyi ya da kötü gelişir.[4]
Günümüzde Monarşi İle Yönetilen Ülkeler
Avusturalya (Federal Meşruti Monarşi)
Antiller ve Barbados ((Meşruti Monarşi)
Bahamalar (Meşruti Monarşi)
Bahreyn (Mutlak Monarşi)
Belçika (Meşruti Krallık)
Belize (Meşruti Monarşi)
Bhutan (Parlementer Monarşi)
Birleşik Arap Emirlikleri (Monarşi ile yönetilen 7 emirlikten oluşan federasyon)
Brunei (Meşruti Monarşi)
Büyük Britanya (İngiltere) (Meşruti Krallık)
Danimarka (Meşruti Krallık)
Fas (Meşruti Krallık)
Grenada (Meşruti Monarşi)
Hollanda (Meşruti Krallık)
İspanya (Meşruti Krallık)
İsveç (Meşruti Krallık)
Jamaika (Meşruti Monarşi)
Japonya (Meşruti Monarşi)
Kanada (Meşruti Monarşi)
Kuveyt (Meşruti Monarşi)
Lesotho (Monarşi)
Liechtenstein (Parlementer Monarşi)
Lüksemburg (Meşruti Monarşi)
Monako (Meşruti Monarşi)
Malezya (Federal Meşruti Monarşi)
Nepal (Meşruti Monarşi)
Norveç (Meşruti Krallık)
Papua Yeni Gine (Meşruti Monarşi)
Solomon Adaları (Meşruti Monarşi)
Suudi Arabistan (Mutlak Monarşi)
Svaziland (Meşruti Monarşi)
Tayland (Meşruti Monarşi)
Tonga (Meşruti Monarşi)
Umman (Meşruti Monarşi)
Ürdün (Parlementer Monarşi)
Vatikan (Seçime Dayalı Mutlak Monarşi)
Yeni Zelanda (Meşruti Monarşi) [9]
Kaynaklar
[1] tr.wikipedia.org/wiki/Monarşi
[2] sozluk.ihya.org/osmanlica-turkce-sozluk/monarsi.html
[3] tr.wikipedia.org/wiki/Parlamenter_monarşi
[4] www.yenimakale.com/siyaset/1243-monarsi.html
[5] Yard. Doç. Dr. Kemal Gözler, "Cumhuriyet ve Monarşi", Türkiye Günlüğü, Sayı 53, Kasım-Aralık 1998, s.27-34.
[6] www.anayasa.gen.tr/cumhuriyet.htm
[7] sozluk.ihya.org/sosyal-bilimler-sozlugu/mesruti-monarsi.html
[8] tr.wikipedia.org/wiki/Mutlak_monarşi
[9] www.ebilge.com/35092/Gunumuzde_monarsi_ile_yonetilen_ulkeler_nelerdir.html