Gizemli İlimler Kütüphanesi

İnsandan Önce ve İnsandan Sonra, I

  İnsandan Önce ve İnsandan Sonra, I
 

İnsandan Önce ve İnsandan Sonra, I

Hazırlayan: Akhenaton

İçindekiler

  1. Yeryüzünün Yaratılışı
  2. Yeryüzünde İnsanlardan Önce Kimler Vardı?
  3. Cinlerin Yaratılışı
  4. Semum ve Cân
  5. Şeytan (İblis)
  6. İnsanın Yaratılışı
  7. İnsanın Hilâfeti
  8. İnsan, Yeryüzünde
  9. Müslüman Âlimlere Göre İlk İnsan Toplumu
  10. İlk İhtilâftan Sonra
  11. İlk İnsanlar, İlkel ya da Vahşi miydi?
  12. Medeniyetlerin Yıkılışı
  13. Tarihte Medeniyetler
  14. Hıristiyan Medeniyeti
  15. En Güzel Medeniyet

I. Bölüm: İnsandan Önce

1. Yeryüzünün Yaratılışı

Kur’an-ı Kerimde değişik ayetlerin ifadeleri, gök ile yerin yaratılış sırasının farklı anlaşılmasına müsait bir şekildedir. Bu sebeple eskiden beri müfessirler bu konuyu özellikle Bakara suresinin 29. ayetinin tefsiri çerçevesinde incelemeye tabi tutmuşlar.

Taberî [1], kendi görüşünü belirtmeksizin farklı görüşler yansıtan düşüncelere yer verirken; Kurtubî, değişik görüşleri belirtmekle beraber, “Katade’nin dediği gibi, Allah önce göğü duhan (gazlar) halinde; arkasından yeri yarattı. Daha sonra göğü düzenleyip, ardından da yeri düzene soktu” [2] demek suretiyle kendi görüşünü de ortaya koymuştur. Dikkat edilirse, bu açıklamada, bir yönüyle yerin, bir yönüyle de göğün daha önce yaratıldığına işaret edilmiştir.

Bediüzzaman Said Nursi de, adı geçen Bakara sûresinin 29. âyetinin tefsirinde aynı konuyu ele almıştır. Ona göre:

“O, yerde ne varsa hepsini sizin için yarattı. Sonra semâya yöneldi. Onu yedi kat olarak yaratıp düzenledi. O, her şeyi hakkıyla bilendir” mealindeki Bakara sûresinin 29. âyeti, yerin önce yaratıldığını; “Ondan sonra da yeri döşedi” mealindeki Naziat sûresinin 30. âyeti, göğün önce yaratıldığını; “İnkâr edenler, göklerle yer bitişik bir halde iken bizim, onları birbirinden koparıp ayırdığımızı ve her canlıyı sudan yarattığımızı görüp düşünmüyorlar mı? Yine de inanmazlar mı?” mealindeki Enbiya sûresinin 30. âyeti ise, gök ile yerin birlikte yaratıldığını göstermektedir.

Konuyu müspet ilim doğrultusunda değerlendiren Bediüzzaman'ın görüşü -özetle- şöyledir:

Müspet ilmin yer ve göğün yaratılışı konusunda kabul ettiği nazariye şu merkezdedir: Görmekte olduğumuz ve manzume-i şemsiye/güneş sistemi olarak tabir edilen güneş ve güneşe bağlı yıldızlar cemaati, basit bir cevher imiş; sonra bir nevi buhara dönüşmüş; sonra o buhardan, mayi-i narî (sıvı-ateş) hâsıl olmuş; sonra o mayi-i narî, soğuyarak katılaşmıştır. Sonra şiddetli hareketiyle bazı büyük parçaları fırlatmış; sonra o parçalar yoğunlaşarak, gezegenler olmuşlar. Üzerinde yaşadığımız yerküresi de onlardan biridir.

Bu açıklamalar ışığında Kur'an ayetlerini açıklayan tefsircilerin yorumları ile müspet ilim adamlarının yorumları arasında mutabakat hâsıl olabilir. Şöyle ki: "Yer ile göğün ikisi de birbirine bitişikti, sonra onları ayırdık" mânasına gelen âyetin ifadesinden anlaşıldığına göre, Yerkürenin de içinde bulunduğu güneş sistemi, İlâhî kudret tarafından esir maddesinden yoğrulmuş bir hamur şeklinde imiş. Esir maddesi, diğer varlıklara göre daha akıcı ve su gibi bütün varlıkların aralarına nüfuz eden bir maddedir.

"Allah'ın Arşı daha önce su üzerindeydi" [3] mealindeki âyet, şu esir maddesine işaret etmektedir. Demek ki, Cenab-ı Hakk'ın Arşı, su hükmünde olan şu esir maddesi üzerinde imiş; esir maddesi yaratıldıktan sonra, Yüce Yaratıcının ilk icatlarının tecellisine merkez olmuştur. Yani Sani-i Zülcelâl esir maddesini yarattıktan sonra, o esir maddesini elementler şekline dönüştürmüş; sonra onlardan bir kısmını yoğunlaştırıp katı maddeler haline getirmiştir. Bunlardan da birer meskûn mahal olmak üzere yedi küre yaratmıştır. Yer de bunlardan biridir. İşte yerin -hepsinden evvel yoğunlaşıp katılaşması ve hızlı bir şekilde kabuk bağlayarak uzun zamanlardan beri hayata kaynak olması itibariyle, yaratılış ve teşekkülü göklerden evveldir.

Fakat yerküresinin mükemmel bir hale gelmesi, insanların yaşamalarına elverişli bir vaziyete gelmesi, göklerin tesviye ve tanziminden/en son şeklinin verilmesinden sonradır. Bu yönüyle yaratılışı, göklerden sonra başlar.

Bununla beraber, -yukarıda ifade edildiği üzere- güneş sistemi olarak tabir edilen güneş ve güneşe bağlı yerküresi ve diğer yıldızlar topluluğu aynı cevher imiş, yani gökler ile yerin ikisi beraber imişler. Bu açıklamalardan anlaşıldığı üzere, yukarıda mealleri verilen konuyla ilgili ayetler arasında ilk etapta çelişki gibi görülen konunun, gerçekte bir çelişki değil, bilakis, yaratılış safhalarının değişik şekillerine işaret etmek için kullanılan bir i'caz üslubunun yansımaları sözkonusudur.[4]

Özetlersek: Bediüüzaman, sözkonusu ayetleri yorumlarken, konuyu müspet ilimlerdeki yeni keşifler doğrultusunda değerlendirmiş ve yer ile göğün birlikte aynı maddeden yaratıldığını, ancak yerin soğuyup kabuk bağlaması, göklerden önce olmakla beraber, insanoğlunun hayat şartlarına uygun bir duruma gelip, bir döşek şeklinde düzenlenip son şeklini alması, göklerin son şeklini aldığı düzeninden sonra olduğunu belirtmiştir.

Konuyla ilgili ayetler, bu üç durumdan her birini ayrı ayrı açıklamaktadır.[1]

2. Yeryüzünde İnsanlardan Önce Kimler Vardı?

Kur'an-ı Kerim'de geçen bazı ifadelerden yeryüzünde insanlardan evvel insanlar gibi mükellef bir kısım varlıkların da yaşadığı anlaşılmaktadır. Ancak bunların nasıl varlıklar olduğu hakkında kesin bir şey söylemek mümkün değildir. Bu hususta Bediüzzaman, şunları söylemektedir:

“Ben, yeryüzünde kendime bir halife yaratacağım” [5] ayetindeki “Halife” tabiri, dünyanın, insanların hayatına elverişli şartlara sahip olmazdan evvel yeryüzünde idrakli (düşünen) bir mahlûkun bulunmuş olduğuna ve o mahlukun hayatına o zamandaki yerin evvelki vaziyetleri muvafık ve müsait bulunduğuna işarettir. “Halife” tabirinin bu manaya delaleti, hikmet gereğidir. Amma meşhur olan manaya göre, o idrak sahibi mahluk, cinlerin bir nevi (çeşidi) imiş; yaptıkları fesattan dolayı insanlar ile değiştirilmişlerdir.[6][7]

Meleklere insanın yeryüzünde fesat çıkaracaklarını Allah’ın bildirdiği rivayet edilir. Buna dâir İbni Mes'ud ve sahabeden bazılarının rivayet ettiği farklı görüşler vardır. Bu görüşler şöyledir:

Allah (cc), meleklere: "Şüphesiz ki ben, yeryüzünde bir halîfe (insan) yaratıcıyım." dediği zaman melekler: "Ey Rabbimiz, bu halîfe ne olacak?" diye sordular. Allah (cc) da: "Onun bir nesli olacak. Onlar yeryüzünde fesat çıkaracak, birbirlerine haset edecek ve birbirlerini öldürecekler." buyurdu. Bunun üzerine melekler: "Ey Rabbimiz orada fesat çıkarıp kanlar dökecek kimseler mi yaratacaksın?" dediler. Allah (cc), meleklere, yeryüzünde kalabalık halk bulunduğu zaman, orada fesat çıkaracaklarını ve kan dökeceklerini bildirmişti.

İbn Zeyd şöyle demiştir: «Allah (cc) cehennemi yarattığı zaman, melekler çok korktular ve: "Ey Rabbimiz, bu ateşi kimin için yarattın?" dediler. Allah (cc):
"Mahlûkatımdan bana asi olanlar için." cevabını verdi. Hâlbuki o günde meleklerden başka mahlûkat yoktu ve yeryüzünde de hiçbir yaratık bulunmuyordu. Allah (cc): "Şüphesiz ki ben, yeryüzünde bir halîfe (insan) yaratıcıyım dediği zaman melekler günahın onlardan çıkacağını anladılar.»


Levh-i Mahfuza kıyamet gününe kadar olacak şeyler yazıldığından, melekler de Levh-i Mahfuza bakarak öğrenmişlerdir. [8][9]

Cinler, Hz. Âdem’den, yani insanoğlundan önce yaratılmışlardır. Kur'ân bu hususu anlatırken: “Biz insanı kara çamurdan, şekillenmiş bir balçıktan yarattık. Cinleri de daha önce, zehirli ateşten yaratmıştık.” [10] demek suretiyle ifade eder.[11]

Hadisçilerin ve tefsircilerin görüşlerini toplayan Abdullah Aydemir, “Tefsirde İsrailiyyat” isimli eserinde bu konuda ortaya atılmış görüşlere delil teşkil eden , “Hani Rabbin meleklere: ‘Muhakkak ben yeryüzünde bir halife yaratacağım' demişti. Melekler de: ‘Biz seni hamdinle tesbih ve tenzih edip dururken –orada bozgunculuk edecek, kanlar dökecek- kimse mi yaratacaksın?' demişlerdi. Allah (da): ‘Sizin bilemeyeceğinizi herhalde ben bilirim' demişti.” ayetinin tefsiri münasebetiyle, tefsircilerin pek çok şeye temas ettiklerini, bunlardan birinin de arzın (yeryüzü) Adem'den önceki sakinlerine ait bilgiler olduğunu söyler.[12][7]

Bazı âlimler: “Allah cinleri Âdemin yaratılmasından iki bin yıl önce yaratmıştır. Meleklerin gökyüzünde yaşadıkları gibi cinlerin de yeryüzünde yaşadıklarını” söylemişlerdir. Taberi Tefsiri'nde de yeryüzünde insanlardan önce cinlerin yaratılmış olduklarını şöyle anlatılır [11];

Abdullah İbn Ömer (r.a.): «Cân oğulları diye anılan cinler, Hz. Adem'in yaratılmasından 2000 yıl evvel yeryüzünde idiler. Yeryüzünü fitne ve fesada vermek suretiyle bozdukları ve kanlar döküp cinayetler işledikleri için, Allah onlara karşı meleklerden müteşekkil bir ordu gönderdi. Melekler tarafından iyice hırpalanan bu fesatçılar denizlerdeki adalara sığınmak suretiyle canlarını kurtarabildiler. Bunun üzerine Cenab-ı Hak meleklere: “Muhakkak ben yeryüzünde bir halife yaratacağım….” dedi.»

İbn-i Abbas şöyle diyor: «İnsan çamurdan yaratıldı. Yeryüzünde ilk önce cinler yaşarlardı. Onlar, arzda (yeryüzünde) kanlar akıttılar, birbirlerini öldürdüler. Allah, onlara İblis'in komutasında meleklerden askerler gönderdi. İblis ile onun komutası altında bulunanlar, öteki cinlerle savaşarak, onları denizlerdeki adalara ve dağların etrafına sürdüler. Bu zaferi kazandıktan sonra İblis'in kalbinde gurur doğdu ve: “Ben, kimsenin yapmadığı bir iş yaptım” diye övündü. Allah, onun kalbinde doğan bu gururu bildi. İblis'in yanındaki melekler, bunu bilmiyorlardı. Cenab-ı Hak, İblis'in yanında bulunanlara: “Ben, yeryüzünde bir halife yaratacağım” dedi. Buna karşılık olarak melekler: “Sen, bizim kendilerini tenkile memur edildiğimiz cinlerin yaptığı gibi orada fesat çıkaracak ve kanlar dökecek biri mi yaratacaksın?” dediler.» [12][7][11]

3. Cinlerin Yaratılışı

Normal akla sahip bir kimse, kâinattaki muazzam nizamı incelediğinde, bunun kendiliğinden olmadığını anlar. (Dünya kendi kendine muntazam bir şekilde nasıl asırlardan beri dönebilir. Elbette döndüren bir yaratıcı vardır) der. Yaratıcıya inanan da Onun bildirdiklerine inanır. Çünkü cinleri, şeytanları inkâr etmek, Allahü teâlâyı inkâr etmek demektir. Bunun için aklı, fenni, göze tâbi kılmamalı, aksine gözü akla tâbi kılmalıdır! Akıl da tek başına hakkı bulamaz.

Akıl göz gibi, İslamiyet de ışık gibidir. Yani aklın doğru karar verebilmesi için İslamiyet ışığına ihtiyacı vardır. İslamiyet ışığı da bunların var olduğunu bildiriyor. Her şeyi yoktan yaratan Allahü teâlâ, (İnsan ve cinleri ancak, beni tanımaları, ibadet etmeleri için yarattım) buyuruyor.[13]

Nur-ül-islam kitabında diyor ki: Cinlerin ilk babası Can’dır. Kur'an-ı kerimde mealen buyuruluyor ki:

"Canı da daha önce, zehirli, dumansız ateşten yarattık." [14]

Şeytanlar, iblisin zürriyetindendir. İblis de cin taifesindendir. Kur'an-ı kerimde mealen buyuruluyor ki:
(İblis cinlerdendi.) [15]

Cin suresinin ilk âyetlerinde, cinlerden iman edenlerin de olduğu bildirilmektedir.

Nas suresinde cinlerden insanlara zarar verenlerin bulunduğu, zararlarından Allah’a sığınılması bildirilmektedir. Bu bakımdan cinleri inkâr edip, onların insanlara zarar verdiğini inkâr eden kâfir olur. Süleyman aleyhisselamın cinlerden de düzenli askerleri olduğu Kur'an-ı kerimde bildirilmiştir.[18]

Cehennem, cin ve insanlarla doldurulacaktır.[16]
Cinlerin, mümin ve kâfir olanları vardır.

Kur'an-ı kerimde cin ile ilgili daha birçok âyet-i kerime vardır. Hadis-i şerifte cinlerden korunmak için dualar bildirilmiştir. Göz ile görmediğini inkâr etmek, akla da, ilme de aykırıdır.

Cinleri inkâr etmek, Allahü teâlâyı inkâr etmektir. Bunun için aklı, fenni, göze tâbi kılmamalıdır! Aksine gözü, akla tâbi kılmalıdır! Akıl da tek başına hakkı bulamaz. Akıl göz gibi, İslamiyet de ışık gibidir. Yani aklın doğru karar verebilmesi için İslamiyet ışığına ihtiyacı vardır.[17]

4. Semum ve Cân

Semum bir tür ateştir.

“Andolsun ki biz, insanı pişmemiş çamurdan, kokuşmuş cıvık balçıktan yarattık. Cân’nı da (insandan) daha önce semûm ateşinden yarattık.” [18] buyurur. Ayetten anlaşıldığı gibi Cân, insanoğlundan önce yaratılmıştır. İnsanın yaratılışının, kainattın yaratılışında son halka olduğu düşünülürse, Cân sondan bir önceki halka olarak yaratılmıştır.

Ayetteki “semûm ateşi” hususunda, bazıları, “Bu, ateşin alevidir.” demişler; bazıları da “O, öldürücü derecede sıcak olan sam rüzgarıdır.” demişlerdir. Önceki ayetin de yardımı ile, İbareden anlaşılan bunun bir çeşit ateş olduğudur. Fakat, bedenin gözeneklerine, yani derideki o küçücük deliklere nüfuz edip, içine işlediği için buna, “semûm” ismi verilmiştir. İnsanın içine işleyen rüzgara da bu yüzden “sam rüzgarı” denmiştir. Bir rivayette, “Semûm, dumansız ateştir. Yıldızlar da bu ateşten yaratılır.” denmiştirki, bu, “semum ateşi” ile geçen ayetteki “ateşin mârici”’nin aynı olduğunu gösterir. Buna göre aynı şeyi anlatan bu kelimelerden biri, o ateşin yalın, saf ve dumansız bir ateş olduğunu, diğeri de yakıcı ve kavurucu olduğunu anlatmış olur. Âlûsî “semum ateşi”ni, “fevkalade hararetli ateş” diye tefsir ederken buna işaret etmektedir.

Bazı hadislerde Cân’nın yaratıldığı ateşin, bildiğimiz ateşlerden çok daha sıcak olduğu bildirilmektedir. Ebu Davud et-Tayalisî’nin İbn Mes’ud(r.a.)'dan naklettiği bir hadise göre, “Bu (dünyada gördüğümüz) ateşler, Cân’nın yaratıldığı ateşten yetmiş kat daha hafiftir.” [19]

5. Şeytan (İblis)

Kur'ân-ı Kerim, Hz. Ademin topraktan yaratıldığını, sonra ona ruh verilerek canlı bir insan haline getirildiğini açıkça anlatır. Aynı şekilde Şeytan'ın da cinlerden olduğu konusunu vurgular. Bu husus Kur'ân-ı Kerim'de:

"Rabbin meleklere demişti ki: 'Ben muhakkak çamurdan bir insan yaratacağım. Onu tamamlayıp, içine de ruhumdan üfürdüğüm zaman, derhal ona secdeye kapanın!' Bütün melekler toptan secde ettiler. Yalnız İblis secde etmedi. O, büyüklük tasladı ve kâfirlerden oldu. Allah, 'Ey İblis! İki elimle yarattığıma secde etmekten seni men eden nedir? Böbürlendin mi, yoksa yücelerden misin?' dedi. İblis, 'Ben ondan hayırlıyım! Beni ateşten yarattın, onu çamurdan yarattın', dedi." [20][21]

Şeytan'ın kendisini üstün görüp secde etmesine engel kabul ettiği, "ateşten yaratılmak" bir üstünlük sebebi midir? Bu tartışılabilir. Çünkü ateşin başka varlıklarla teması kolay değildir. Onlardan yeteri kadar faydalanamaz. Yakar ve eritir. Su, kum ve toprak gibi diğer katı maddeler de onu söndürür. Bu yüzden temelde bir üstünlük sebebi gibi görülen bu fark, aslında şeytanı ömür boyu yalnızlığa itmiştir. Yüce Allah, bunun elbette bilincindeydi ve kendi istediğine üstünlük özellikleri verecekti. Onun yanında üstünlüğün temel esası ise, önce kendisine itaat edilmesi idi. Şeytan, bundan imtina edip kaçındığı ve kendisini üstün gördüğü için üstünlük iddiaları da bir şeye yaramamış, rahmetten kovulmasına ve "şeytan" olarak adlandırılmasına sebep olmuştur. Belki önceki yeri itibariyle daha üstündü. Çünkü cennette olmak ve sürekli Cenab-ı Hakk'a yakın olmaktan daha güzel bir şey yoktur. Ama şeytanın itaatsizliği ve kendi aslının ateşten yaratılması ile ilgili olarak, ateşin toprağı yakması sebebiyle, bunu yok olmaz bir üstünlük olarak görüp büyüklenmesi bunu engellemiş ve kâfir olarak İlahî huzurdan da cennetten de kovulmasına sebebiyet vermiştir. Hemen ilave etmek gerekir ki, İblisin küfrü, Allah'ı inkâr etmekle değil, "emir ve yükümlülüğü ve amelin gereğini inkâr ile tartışma şeklindedir." [22][21]

Ancak şeytana göre, ateşten yaratılmak bir üstünlük sebebiydi. Çünkü ateş toprağı yakardı. Genellikle şeytana tabi olanlar bu gücün peşindedirler. Başkalarını refüze etmek, sürekli kuvvetli olmak ve bunu başkaları üzerinde uygulayarak kendini tatmin etmek... Kur'ân'da, aynı şekilde cinlerin de ateşten yaratıldığı bildirilmektedir:

"Cinleri de daha önce zehirli ateşten yaratmıştık." (15:27); "Cinleri öz ateşten yarattı." (55:15)

Bazı alimler, Rahman Sûresi'ndeki "Cânn" yani, "cinlerin babası" deyiminden kasıt, cinlerin babası İblis olduğunu kabul ederken, bazıları da bunun İblis değil, cinin babası olduğunu nakletmişlerdir. Yazır, aynı kanaatte olmadığını söyleyerek, "Başlangıç itibariyle bütün insan cinsi salsaldan yaratılmış olduğundan insandan kasıt, yalnız Adem değil insan cinsi olduğu gibi, Cânn'dan kasıt da cin cinsidir" der.[23] Şu halde 'İblis, yani şeytan da cinlerden olduğuna göre, o da ateşten, hem de dumansız, öz, yalın, yakıcı ateşten yaratılmıştır' diyebiliriz.[21]

Bursalı İsmail Hakkı da, "O cinlerdendi" ayetini, "Onun aslı, ateşten yaratılmış bir cindi. Meleklerden değildi." diye tefsir etmekte ve "Meleklere 'Ademe secde edin!' demiştik. İblis hariç hepsi hemen secde etti." (Kehf, 18/50) ayetinde "Muttasıl istisna" bulunduğunu ileri sürmekte. Kaide, 'İstisna edilenle, kendisinden istisna olunan aynı cinsten olursa muttasıl istisna olur' diye açıklanır. Ayette İblis meleklerden istisna edilmiştir. "İblis melek olmayıp, cin olduğuna göre, melekten nasıl istisna edilmiş olabilir?" tarzındaki muhtemel bir soruya cevap için de bir dipnotla bu izahı yapmıştır.

Bursalı; Çünkü, İblis de onlarla beraber secde etmekle emrolunmuştur. Daha sonra ise, onlardan birisi istisna edildiği gibi o istisna edilmiştir. Tıpkı, "...falan kadın hariç hepsi çıktılar" sözünde olduğu gibi. Burada hariç olan kişi, erkekler arasında bulunan bir kadındır. Bir görüşe göre, "O cinlerdendi" cümlesinden kasıt, onun ilk cin olduğuna işarettir. Cinler ondandır. Hz. Ademin ins'den olduğu gibi. Çünkü Hz. Adem insanların ilkidir.[24][21]

Bir başka görüşe göre ise, Allah-u Teâlâ'nın Adem'den önce yaratıp, yeryüzüne gönderdiği bir halk vardı. O halkın adı cindi. İblis de onların kalanlarından biriydi. Onlar kan dökmüşler, melekler de onlarla savaşmıştı.

Beğavî şöyle der: Onun Süryanice'deki adı Azâzil, Arapça'daki adı ise Haristi. İsyan edince adı ve şekli değiştirildi, kendisine İblis denildi. Çünkü o, rahmetten ümit kesmiştir.[25]

İblis denen o cin, "Rabbinin emrinden çıktı." Allah'a itaat etmekten kaçındı. Oysa biz biliyoruz ki, "Melekler, Allah'ın emrine isyan etmezler, ne emrederse onu yaparlar." [26]

Ayrıca, insan ve cinler, kulluk sorumluluğu ile yükümlü oldukları için, iradeleri ile yaptıklarının cezalarını veya mükafatlarını göreceklerdir. Ancak melekler öyle değil. Onlar bu konuda bir sorumluluğa sahip olmadıkları için iradeleri de yoktur, bu yüzden hata yapmaktan da korunmuşlardır.[21]

Şeytanın Karakteristik Özellikleri

  1. Yalancı ve yemincidir.
  2. Yaptırım gücü yoktur.
  3. Riyakardır.
  4. Edebiyat ve felsefe yapar.
  5. İnsanın en sinsi düşmanıdır.
  6. Kötü bir arkadaştır.
  7. Kur’andan uzak olanların en yakın dostudur.
  8. İnsanı her yerden görür ve aldatmaya çalışır.[21]

İblis (Şeytan), Meleklerden Miydi?

İblisin meleklerden mi, cinlerden mi olduğu konusu tartışılan bir konudur. Ancak bu o kadar da karmaşık bir konu değil. Çünkü İblis, cinlerden biridir ve cinlerin de yaratıldığı maddeden yaratılmıştır. Hz. Ademle ilk karşılaşan şeytanın özel ismi İblistir. Bu da Cinlerdendir ve cinlerin yaratıldığı ateşten yaratılmıştır. Şeytan ise, o türün azdırıp, saptırıcı olanlarına, yani o cinsin bir türüne verilen isimdir. İblisin, meleklerden biri veya onların "hocası" veya "başkanı" olduğuna dair ortaya atılan görüşlerin kaynağı İslâm değil Hıristiyanlıktır. Ancak melek kavramı Hıristiyanlık'ta, Yahudilik'ten daha açık olsa da onda da net olarak ortaya konmuş değildir. Zira Hıristiyanlığa göre İblis, meleklerin başkanı iken, emrinde bulunan meleklerle beraber Allah'a isyan etmiş ve hep birlikte kovulmuşlardır. Matta İncili'nde yer alan şu cümle de bunu doğrular niteliktedir:

"(Kıyamet günü Kral) o zaman solundakilere diyecek: Ey lanetliler, benim yanımdan iblis ile onun meleklerine hazırlanmış olan ebedî ateşe girin." [27]

Bu husus, her hangi bir şüpheye yer vermeyecek şekilde Kur'ân-ı Kerim'de açıklanmıştır ve şöyledir:

"Hani biz meleklere: Ad em'e secde edin, demiştik; İblis hariç olmak üzere, onlar hemen secde ettiler. İblis cinlerdendi; Rabbinin emrinden dışarı çıktı. Şimdi siz, beni bırakıp da onu ve onun soyunu mu dost ediniyorsunuz? Oysa onlar sizin düşmanınızdır. Zalimler için bu ne fena bir değişmedir!" [28]

Ayette geçen "Kâne min'el-cinni: O cinlerdendi" tabiri açıktır. Konu secde ve başkaldıran İblis. Onun da secdeye karşı çıkması daha önceki ayetlerde ifade edildiği şekliyle, Burada sözü edilen secdenin de ibadet kastıyla yapılan secde değil, selam ve saygı ifade eden, kendisine selam verilmekte olan kişinin değerini, ona değer vereni bilmek anlamındadır. Bu secde, geçmiş milletler zamanında meşru/yasal iken daha sonra kaldırılmıştır.[24] Mısır'a gelip Hz. Yusuf'u buldukları zaman, annesi, babası ve kardeşleri de böyle selamlamıştı.[21]

Sonraki Sayfa >>

Kaynaklar ve Dipnotlar

[1] Taberî Tefsiri, I/192-195.
[2] Kurtubî Tefsiri, I/256
[3] Hud, 11/7
[4] bk. Nursi, İşârâtu'l-İ'caz, 286-287. Ebû's-Suud efendi de benzer ifadelerle aynı konuyu işlemiştir, bkz. İrşâdu'l-Akli's-Selîm ila Mezâye'l-Kur'ani'l-Kerîm, IX/102-103
[5] Bakara, 2/30
[6] "İşaratü'l-İ`caz", s. 201.
[7] www.sorularlaislamiyet.com/subpage.php?s=article&aid=2572
[8] Fahrettin-i Razî, "Tefsir-i Kebir Mefâtihul Gayb"
[9] www.sorusorcevapbul.com/soru-cevap/melekler/melekler-insanlarin-fesat-cikaracagini-nereden-biliyordu/
[10] Hicr: 15/ 26, 27
[11] www.sorusorcevapbul.com/soru-cevap/melekler/cinler-insanlardan-once-mi-yaratildi/
[12] Taberi, "Tefsir", I , 195-214; "Tarih", I/1,107-112;
[13] Zariyat 56
[14] Hicr 27
[15] Kehf 50
[16] Secde 13
[17] www.dinimizislam.com/detay.asp?Aid=1765
[18] Neml 17 / Hicr, 26-27
[19] www.gizliilimler.tr.gg/Semum.htm
[20] Sâd, 38:71-78; A'raf, 7;
[21] www.sorularlaislamiyet.com/subpage.php?s=show_qna&id=4920
[22] Hak Dini, IV, 20.
[23] Hak Dini, VII, 369.
[24] Muhtasar Ruhu 'l-Beyan, V, 122.
[25] Tahrim, 66:6
[26] Muhtasar Ruhu'l-Beyan, V, 123
[27] Matta, 25:41
[28] Kehf, 18:50
[29] Nuh, 71/14
[30] İsfahanî 1961
[31] Müslim, "Kader," 3
[32] Ahzab, 33/72
[33] Sözler, "30'uncu Söz"
[34] Tîn, 95/4-6
[35] Lokman, 31/20
[36] www.yeniumit.com.tr/konular.php?sayi_id=62&konu_id=237&yumit=bolum2
[37] Bakara, 2/30
[38] İsfahani, "Halife" md.
[39] Yazır 1960, 1/299
[40] Kutub, 1/144; 16/75
[41] Gülen, Nisan 1999
[42] Bakara, 2/258; Âl-i İmran, 3/64; Maide, 5/72; Tevbe, 9/30-31; Hud, 11/59; Şuara, 26/22; Şura, 42/21; Zuhruf, 43/51
[43] Yazır, 1/309-310
[44] Hesiod, "İşler", çev: Yakup Baydur, (MEB yay) İst, 1949, s.7
[45] C. N. Parkinson, "Siyasal Düşüncenin Evrimi", çev: M. Harmancı, İstanbul 1976., s.20
[46] C. N. Parkinson, a.g.e., 20-21
[47] Nisa, 4/1
[48] Bakara, 2/213
[49] Yunus 10/19
[50] Esed, Bakara, DN: 197
[51] Yazır, 2/749
[52] İsfahani, 23
[53] Bakara, 2/38
[54] Mevdudi, 1/228
[55] Maide, 5/27
[56] Zebidî, 9/83
[57] Taberî, 1/88
[58] www.yeniumit.com.tr/konular.php?sayi_id=62&konu_id=237&yumit=bolum3
[59] Taberani, Mu'cemü'l-Kebir, HN: 7502
[60] Ya-Sin 36/60
[61] Nahl, 16/36
[62] Bakara, 2/258; Hud, 11/59; Mü'minûn, 23/24; Şuara, 26/151-152...
[63] Köksal 1973, 200
[64] Bekara 31
[65] Taberânî
[66] [Hakim]
[67] Beyhekî
[68] Mirat-i Kainat
[69] Hud 40
[70] Furkan 25/43



 
.
 
Bugün 841 ziyaretçi (3005 klik) kişi burdaydı!

Copyright © 2012 Gizemliilimler.Blogspot.com | Gizemli İlimler | Tüm Hakları Saklıdır | İBRAHİM KARAMAN | Bu web sitesi ücretsiz olarak Bedava-Sitem.com ile oluşturulmuştur. Siz de kendi web sitenizi kurmak ister misiniz?
Ücretsiz kaydol